- Kendini Tanımak:
Kaliteli bir yaşam için başlangıçta yapmamız gereken şey şüphesiz ki kendimizi tanımak. Kendimizi tanıyamazsak hayattan ne istediğimizi, aslında ne beklediğimizi hiçbir zaman bilemeyiz. Bunları bilemezsek sahip olacağımız yaşamın kalitesinden söz etmek mümkün değildir. Hatta insan kendini tanımadan hayattaki varlığına da bir anlam bulamaz.
Hiçbir zaman istikrarı sağlayamaz, ne istediğini bilemez. İlişkilerinde tutarsız olur ve diğer insanlar onun sözlerini önemli görmez. Kısacası insan kendini tanımıyorsa bir birey olarak kişiliğini tamamlamasından söz edilemez.
Peki kendimizi tanıyabilmek için ne yapmalıyız?
Yapmamız gereken ilk şey kapsamlı bir liste!
Neleri yapmayı seviyorsunuz,
neleri yaparken oldukça isteksizsiniz?
Nelere tutkuyla bağlısınız ve sizi ne heyecanlandırıyor?
Neler size katlanması çok zor geliyor?
En iyi yaptığınız şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Doğru soruları sorarak hazırlayacağınız bir liste, kendinizi tanımanıza büyük ölçüde yardımcı olacaktır. Fakat tek başına bu yeterli değil, kendinizi tanımayı tamamlamak için yapmanız gereken ve çoğumuzun gayet eğlenceli bulacağı bir şey daha var: kişilik türümüzü öğrenmek!
Sizin için buraya bıraktığım testi hem eğlenerek hem de kendinizi tanıyacak olmanın verdiği hazla çözeceğinize eminim. Sizi size uzun uzun anlatacak olan bu testi de çözdükten sonra kendinizi tanımayı büyük ölçüde başarmış olacağınızı söyleyebilirim.
- Öğenmeyi Öğrenmek :
Kaliteli bir hayatın göstergelerinden biride öğrenmeyi biliyor olmaktır. Aslında üniversiteye kadar olan tüm eğitim hayatımızın başlıca sebebi kapasitemizi artırmanın yanında öğrenmeyi öğrenebilmektir. Okul hayatı verimli geçmeyen çok sayıda kişi var ancak bu gerçek bizim öğrenmeyi artık öğrenemeyeceğimiz anlamına gelmez. Şimdi burada dikkat etmenizi rica ettiğim bi husus var. Farkettiyseniz kitap okumak demedim başlıkta. Öğrenmeyi öğrenmek dedim. Neden sizce? Bize yüzlerce kişisel gelişim uzmanının anlattığı kitap okumanın önemi değil miydi?
Unutun bunu arkadaşlar. Şimdi iyi dinleyin beni.
Biz kitapları sadece ve sadece bilgi edinmek ve eğlenmek için okuruz. Bunun bir başka ihtimali yoktur. Ya güzel bi hikayeyle zaman geçirmek için kitap okursunuz ya da yeni bilgiler edinmek için. Yüzlerce kitap okumuş ve okumayı çok seven biri olarak söylüyorum ki kitap okumak asla kaliteli bir yaşam için şart değildir. Önemli olan öğrenmeyi bilmektir. Kaliteli bir hayat için bilgi birikiminizin tabii ki çok olması gerekir ancak bunun tek yolu okumak değildir. Kimisi okur öğrenir, kimisi izler öğrenir, kimisi dinler öğrenir, kimisi gezer öğrenir…
işte tam bu noktada sizin en iyi nasıl öğrendiğinizi keşfedip o alanı geliştirmeniz gerekmektedir.
Ya çok okuyacaksınız,
Ya çok film izleyeceksiniz,
Ya çok gezeceksiniz,
Ya da çok sesli kitap dinleyeceksin.
Bunlardan bir kaçını hatta hepsini de beraber yapabilirsiniz ama en az birini yaşam biçimi haline getirmeniz şart. Böylece bilgiyi temin edeceğiniz yeri belirlemiş ve oradan beslenmeye başlamış olacaksınız.
- Sevdiğin veya En İyi Yaptığın İşi Bulmak:
Neden varım? Ne için yaşıyorum? Tanrı’nın bana verdiği görev nedir? Ben var olmasaydım dünyada ne değişirdi? Her birimizin kendimize göre farklı kelimeler seçerek sorduğu bu sorular aslında tek bir şeyi araştırıyor: hayattaki amacım ne? Bu sorunun cevabına ilk kuralımız olan kendimizi tanımakla ulaşabiliriz. Hepimizin bu hayata henüz başlarken sahip olduğu potansiyeller vardır. Bazıları bunu çok erken yaşta keşfederken, bazılarımız derinlerden bulup çıkarmak durumundayızdır. İşte bu derinden çıkarma işlemi ancak kendimizi tanıdığımızda mümkündür. Siz zaten bu aşamada kendinizi tanımış olacaksınız ve buradan ulaşacağınız çıkarımlarla neyi gerçekten iyi yaptığınızı bulduğunuzda ise aslında bunun sizin hayat gayeniz olduğunu anlayacaksınız. Artık işiniz size bir işten çok varoluşunuzu sürdürmek gibi gelecek. Sırtınızda bir yük, yaşamak için zorunluluk değil de yaptıkça ruhunuzu hafifleten, sizi mutlu eden bir eylem haline gelecek. Buna ulaştığınızda içinizde bir boşluk tamamlanmış gibi hissedeceksiniz ve o andan sonra yaşam kalitenizin ne kadar arttığını görünce kendiniz bile inanamayacaksınız!
İkinci maddemizde bahsettiğimiz gibi, yaşama sebebinizi bulmanız hayat kaliteniz için çok önemli bir konuma sahip idi. Kendinizi tanımak üzerinden ilerlediğimizde, yaşam sebebinizin çok yüksek ihtimalle yapacağınız iş olduğundan söz etmiştim. Bu keşfi yapmamız çok büyük bir adımdı, peki bunu algımıza yerleştirip uygulamaya başlamak? Bu adımın tamamlayıcısı olarak, hayatınızın amacını keşfettiğinizde bu fikri içselleştirip kendi hayatınızla bütün hale getirmeniz ve bunu yapmaya başlamanız da oldukça önemlidir. Hayat gayenizin ne olduğunu bilip bundan emin olduğunuzda kendinize olan özgüveniniz artacaktır. Eğer kendinizi tanımada ve düşünce sisteminde doğru ilerlediyseniz, hayatınızdaki amaç doğrultusunda uzun vadede başarısız olmanız neredeyse imkansızdır fakat yaşanabilecek herhangi bir başarısızlık durumunda da amacınızın bu olduğundan emin olduğunuz ve elinizden geleni yaptığınız için bir pişmanlık duymayacaksınız. Çünkü siz bunun için varsınız!
- Sporu Yaşam Tarzı Haline Getirme:
Hepimiz biliyoruz ki spor, bedensel sağlığımız için çok önemli. Eminim ruhsal sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu da duymuşuzdur, peki nasıl olur bu? Spor yaptığımız esnada bazı özel hormonlar salgılarız ve salgıladığımız bu hormonlar vücudumuzda doğal bir antidepresan özellik gösterir. Kendimizi daha mutlu, daha pozitif hissederiz. Aynı zamanda spor yaptığınızda kavuşacağınız beden sağlığı ve bunun getirdiği iyi görünüm de psikolojik olarak kendinizi çok iyi hissetmenizi sağlar. Kendinize verdiğiniz değer artar. Kısaca bu şekilde değinebileceğimiz sporun etkileri sayesinde ise yaşamınızın kalitesinde ciddi bir artış görülür. Peki ara ara veya “mecburiyetten” yani isteksizce yaptığımız spor da bizi aynı sonuca ulaştırır mı? Cevabımız maalesef hayır. Hayatınıza ve size olan tesirleri bu kadar iyi olan sporun işe yarar olması için onu bir yaşam tarzı haline getirmeliyiz. Bunun için ise istikrarlı bir şekilde ve isteyerek spor yapmalıyız. Bir eylem 21 gün boyunca yapıldığı takdirde “alışkanlık” haline gelir, yaklaşık 90 gün boyunca tekrarlandığında ise “yaşam tarzı” na dönüşür. Yani yapmanız gereken en az 90 gün boyunca istikrarınızı koruyarak spor yapmak ve sonrasında sahip olacağınız bedensel ve ruhsal sağlığın keyfini çıkarmak! Tabii bunun ardından hayatınızda göreceğiniz kalite değişiminden söz etmiyorum bile.
- Meditasyon Yöntemini Bulma ve Uygulama:
Meditasyon kelime anlamı olarak “derin düşünme” yani kişinin iç huzuru ve öz varlığına ulaşmasını sağlayan zihin denetleme tekniğidir. Meditasyon yapmak sizin daha sağlıklı düşünmenizi, kendinizi çok daha iyi keşfetmenizi, hayata olan bakışınızı değiştirmenizi veya geliştirmenizi, kısacası yaşamınızın bir üst versiyonuna ulaşmanızı sağlar. Yaşadığımız hayatı kalkındırmak, kalitesini artırmak için var olan çeşitli meditasyon yöntemlerinden kendinize uygun olanı bulmalısınız. Sizin için buraya eklediğim 7 temel meditasyon çeşidinden size en çok yarayanın hangisi olduğunu bulup hayatınıza bu tekniği uyarlamalısınız. Size önerdiğim şey seçilen meditasyonun olduğu gibi yapılması değil, kendi hayatınıza en uygun şekle getirerek, kendi istediğiniz şekliyle seçtiğiniz meditasyon tekniğini ulaşmak istediğiniz kaliteli hayatın iskeleti haline getirmektir. Her meditasyon çeşidinin bir amacı vardır, kendi hayatınızda değiştirmek veya üzerine gidip geliştirmek istediğiniz nokta üzerine yoğunlaşan meditasyon tekniğini seçip hayatınıza bunu entegre ederek istediğiniz amaca ulaşabilirsiniz.
- Sanatın Ruhunu Hissetme:
Kaliteli yaşamdan bahsedip sanattan bahsetmemek olmaz, sanatla ilgilenmenin ne denli önemli olduğu konusunda hemfikirizdir. Sanatla ilgilenmek dediğimizde ise aklımıza sergi gezmek, konserlere gidip müzik dinlemek, sinemaya-tiyatroya gitmek ve benzeri etkinlikler gelir. Evet, bunu yapan insanlar sanatla ilgileniyor diyebiliriz. Peki bu insanlar acaba sanatın ruhunu hissediyor mu? Eğer bir ressamın sadece yaptığı resmi görüp renkleri göz zevkinize hitap ettiği için onu beğeniyorsanız veya dinlediğiniz müziği sadece tınıları kulağınıza hoş geldiği için dinlemeyi tercih ediyorsanız, maalesef sanatın ruhunu hissettiğinizi söyleyemeyiz. Başlangıçta genel olarak sanatın ruhunu hissetmek için sanatın varoluşunu sorgulamalıyız. İlk çağlardan beri var olan sanatın, insanların kendini ifade etmek için başvurduğu yollardan biri olduğunu bilmeliyiz. Daha özele inersek sanatın ruhunu hissetmek, o sanatı ortaya koyan sanatçının nasıl biri olduğunu, yaşadığı dönemi ve o sanatı icra ederken bulunduğu şartları ve o eseri ne amaçla ortaya koyduğunu bilmekle olur. Bir sanat eserini özümsemeye ve hissetmeye ancak arkasındaki durumları ve düşünceleri kavramakla ulaşılır. Peki sanatın ruhunu hissetmek neden bu kadar önemli? Sanatı hayatımızın içine alarak elde etmeye çalıştığımız kaliteli yaşamın içine sanatı konumlandırmak ancak sanatın ruhunu hissetmekle mümkündür. Ancak sanatın ruhunu hissedebildiğinizde sanat eserinin size kazandıracağı yeni bakış açıları olur. Farkındalıklarınızı artırır, empati yeteneğinizi güçlendirir, daha kaliteli bir “siz” ortaya çıkar ve dolayısıyla daha kaliteli bir yaşama kavuşursunuz.
- Zihinsel Dönüşümü Sağlama:
Zihinsel dönüşüm insanın çevreyi, dünyayı, kendini ve toplumunu yorumlayabilmesidir. İnsanın zihinsel dönüşümünü tamamlaması hayatını nasıl yaşayacağını doğrudan doğruya etkiler ve kaliteli yaşama yolunda büyük bir adım atmamızı sağlar. Bu dönüşümü sağlamak üç hakikatten bahsetmek ve bunlar üzerine düşünüp, sorgulama yapıp kafamızda bir anlama ulaşmakla olur. Bu üç hakikat ise insanın hakikati, doğanın hakikati ve zamanın hakikatidir. İnsanın hakikatiyle düşünce yolculuğumuza başlayabiliriz. İnsan neden var? İnsan nasıl yaşar? Beynimiz nasıl çalışır? Genel itibariyle insan nedir, yaşamak nedir? Bu sorular cevapları zor sorulardır ve çoğu soru için insanın düşünerek, araştırarak ve sorgulayarak kendi doğrularını bulması gerekir. Benim size insanın hakikati başlığı altında farkındalık kazandırmak istediğim başka bir konu var: sahip olduğumuz değerler. Gelin küçük ama etkili bir örnek üzerinden ilerleyelim. Bir çiçek dalından koparıldığında canlılığını kaybetmiş, yani ölmüş olur. Aynı zamanda herhangi bir sebepten bir hayvanın, örneğin kedi olsun, nefes almasının durması da canlılığını kaybetmesi anlamına gelir ve ölümdür. Peki ölmüş olan bu iki canlı için içinizde uyanan hisler aynı mıdır? Bir çiçeğin ölümüne “ölüm” bile demezken, hatta bu canlılığın yitirilmesine çoğu zaman bir amaç uğruna biz bile sebep olurken -sevdiğimize çiçek koparıp vermek gibi- neden kedi gibi bir hayvanın ölümü bizim için trajiktir ve üzülmemize sebep olur? Bunun temel sebebini anlamak insanın zihinsel dönüşümünü anlamada birinci maddede insan hakikatini anlamak ile alakalıdır. Bu noktada anlamamız gereken de şudur: varlıklara bizim yüklediğimiz anlamlar, onlar için ne hissedeceğimizi belirler. Koparılan çiçeğin bir sevgi göstergesi olması ve canlılıklarını kaybedişlerine herhangi bir hüzünle tepki göstermememiz, bugün bizim çiçeğe yüklediğimiz anlam sayesindedir. Tersine bir kedi için üzülmemiz de bu teorinin aksiyle açıklanabilir. Biz neye ne kadar ve nasıl bir anlam yüklüyorsak, bizde uyandırdığı duygular da aynı bağlamda ilerler. Bu farkındalığı anlayıp yaşamınıza uyarlamak da zihinsel dönüşümde atacağınız ilk adımdır. İkinci hakikatimiz olan doğanın hakikatini ele alalım. İnsanların doğadan çıkarabilecekleri pek çok ders var, görmeyi başarabilenler kendi hayatlarına uyarlayarak başarıyı yakalayabilenlerdir. Burada özellikle sizin farkında olmanızı istediğim bir doğa gerçeği var ve doğanın hakikatini bunun üzerinden anlamaya çalışacağız. Hayvanlar alemini ele alalım, siz hiç bir balinanın bir ahtapotla arkadaşlık yaptığını gördünüz mü? Hayvanlar kendi türlerinden ve sınıflarından olmadığı sürece diğer hayvanlarla ilişki kurmazlar. Her konuda olacağı gibi bu konuda da istisnalar olacaktır elbette, fakat bahsettiğimiz şey koskoca bir kaide. Peki doğa bize bu gerçekten hareketle ne söylemeye çalışıyor? İletişim kurmaya çalıştığınızda, arkadaşlık veya ilişki kurmaya çalıştığınızda bir türlü başarılı olamadığınız insanlar olmuştur. Tekrar tekrar denersiniz ama nafile, mutsuz olmaktan ötesine geçememişsinizdir. Böyle zamanlarda, karşınızdakinin sizden gerçekten “farklı” olduğunu görmelisiniz. Tüm denemelerinize ve çabanıza rağmen oldurulamayan bir durum varsa, artık kendinizi daha fazla üzmeden çekilmeyi bilmelisiniz. Doğanın kanunu budur. Elbette ki ortak alanlarda yaşayan ama türleri farklı olup da birbirleriyle ilişki içerisinde olmayan tüm hayvanların yaptığı gibi beraberce yaşamayı da bilmek gerekir. Hepimiz bir dünyayı paylaşıyoruz, dünya içerisinde kıtalar, ülkeler, şehirler var. Aynı alanda yaşamak zorunda olduğumuz ve bizden çok farklı olan insanlar var. Bu konuda önümüzdeki bu açık örneğe doğru yerden bakıp kendimize model aldığımızda, doğanın binlerce hakikatinden birini zihinsel dönüşüm sürecimizde algılamış oluruz. Son olarak zamanın hakikati üzerine düşünelim. Düzgün kullanılmamış bir zamanın geri dönüşü yoktur, fakat doğru kullanmayı bilirsek de zaman bize meyvelerini en güzel şekilde sunar. Bu yüzden zaman faktörünün yaşam kalitemiz üzerinde ne denli büyük bir etkisi olduğunun farkında olmak çok önemlidir. Bu farkındalığı da zamanın hakikatini anlayarak sağlayabiliriz. Zamanı öznel ve nesnel olarak ikiye ayırabiliriz. Nesnel zaman dünyadaki insanların anlamlandırdığı, bir saat birimine bağladıkları bir matematikle işler. Gün belli bir saatte doğar ve batar, günler haftaları oluşturur, haftalar ayları, aylar ise yılları. Bunun yanında öznel zaman ise, her bir kişi için değişken olan, insanın neyi nasıl gördüğü ile ilintili zaman anlayışıdır. Kimi zaman saatler geçmek bilmez, bir dakika bir saatmiş gibi bizi yorar; kimi zaman da bir bakarsınız dakikalar birbirini kovalamış, bir “an” gibi geçen saatler geçirmişsiniz. İşte bu iki zaman anlayışının farkını anladığımızda, aslında neyi yaparken zevk aldığımızı, neyi yaparken zamanın hiç geçmeyip bizi çok zorladığını görmüş oluruz. Zamanın hakikati kavrandığında, sahip olduğumuz zamanı kontrol edip nelerle harcayacağımızı da kavramış oluruz. Kendimizi tanımakta da oldukça yol gösterici olan bu durum, kaliteli yaşamı sağlamak adına oldukça önemlidir.
- İnsan Psikolojisini Öğrenme:
Kaliteli yaşama sahip olan kaliteli bir insan, mutlaka insan psikolojisini anlayabilmelidir. Her insanın yaşadıkları kendi bilinçaltında belirli kodlarla yer eder. Bahsettiğim kodlar üzüntü, korku, kaygı, sevinç gibi genel duygudurumlarıdır. Bunların altına farkında olmadan yaşadıklarımız, bizi etkileyen -çoğu zaman etkilediğinin bile farkında olmadığımız- olaylar ve durumlar yerleşir. Bazı şeylere olan korkularınızın yersiz olduğunu düşünmenize rağmen korkmaya devam edersiniz, bazı insanları hiç tanımamanıza rağmen içiniz ısınır ve onlara karşı sevgi duyarsınız, çoğu insanın kaygılanmadığı durumlarda siz yoğun bir kaygı hissedebilirsiniz. Bunlar ve bu gibi durumların hepsi bizim şu ana kadar yaşamış olduklarımızın sonucunda beynimizde oluşturduğumuz kodların yansımalarıdır. Az önce verdiğim örneklerde olduğu gibi birinin şu anda sahip olduğu mizaç ve olaylara verdiği tepkiler, çoğu zaman kontrol edemedikleri bilinçaltından gelir, size oldukça saçma gelen davranışlar sergileyip anlamsız korkulara sahip olabilirler, sizin de olabileceğiniz gibi. Bunun öznel olduğunu ve insanların elinde olmadan geliştirdiği şeyler olduğunu unutmadan insan ilişkileri kurmayı bilmeliyiz ki yaşamımızda daha anlayışlı olup, daha kaliteli anlar yaşayabilelim.
- Hayalleri Hedefe, Hedefleri Başarıya Döndürme:
Yaşamımızı daha kaliteli bir hale getirmek için hepimizin hayatta başarmak istediği hayalleri vardır. Hayal kurmak hiç durmadan ve yılmadan yapmamız gereken bir şey. Ama öncelikle “hayal” kavramını iyi anlamamız gerekir. Kurduğumuz hayaller eğer şu an içinde bulunduğumuz gerçeklerimizle örtüşmüyorsa bunlara “rüya” dememiz daha doğru olur, eğer gerçeklerimizle örtüşüyorsa ve bu hayalleri gerçekleştirme yolunda kendimize bir metot belirleyebiliyorsak artık bu hayallerimize “hedeflerimiz” diyebiliriz. Buradan anlayacağımız üzere kurduğumuz hayallerin hayatımızdaki gerçeklere uygun olması, onları hedefe dönüştürebilme yolunda önemlidir. Kendi gerçeklerimize göre hayal kurabilmenin yöntemlerinden biri hayallerimizi “elde ediş hayalleri” ve “hak ediş hayalleri” olarak ikiye ayırmaktır. Örneğin, gördüğünüz bir eve, arabaya ve benzeri şeylere sahip olmak istemeniz sizin elde ediş hayalinizdir. Veya yapmakta iyi olduğunuz bir şeyden para kazanmak ya da halihazırda bunu yapıyorsanız işinizi büyütme, daha fazla kazanca sahip olma hayaliniz de hak ediş hayallerine girer. Düşündüğünüzde, hak ediş hayallerinizin aslında gerçekleriniz üzerine kurduğunuz hayaller olduğunu göreceksiniz. Ve bizim üzerinde yoğunlaşıp gerçekleştirmek amacıyla metot belirleyeceğimiz hayaller bunlardır. Peki nasıl metot belirleriz? Gelin bir örnek üzerinden konuşalım, elişi yapmakta oldukça iyi olduğunuzu düşünün. Elişi yapmayı çok seviyorsunuz ve bu işte çok iyisiniz. Şöyle bir düşündünüz de, neden bunu bir kazanç haline getirmeyesiniz? Bunu yapmayı istiyorsunuz fakat elişlerinizi satabileceğiniz bir dükkan açmak için yeterli maddi duruma sahip olmadığınızı gördünüz, bu gerçeklik üzerinden hareketle bu tarz ürünleri satan bir dükkanla anlaşmaya karar verdiniz. Daha sonrasında ilerleyen dönemde kazandığınız parayla kendinize bir dükkan açmayı hedeflediniz. Bir metot belirledik, dolayısıyla bu noktada bir hedef oluştu. Oluşan bu hedefi başarıya dönüştürebilmek için ise yapmamız gereken kısa, orta ve uzun vadede planlar oluşturmaktı, başlangıçta gidip bir dükkanla anlaşmak ve devamında bir dükkan sahibi haline gelmek de zaman kaynaklı ayırdığımız planlara örnekti. Hayallerinizi hedefe ve hedeflerinizi başarıya döndürmek, izleyeceğiniz bu yol sayesinde sizin için diğer kurallarımız gibi kaliteli yaşamın kapısını aralayacaktır.
- Doğru Eş Seçimi:
Kaliteli yaşamdan söz ediyorsak, hayatımızı her açıdan etkileyecek olan eş seçimini konuşmadan geçemeyiz. İki birey neden beraber olmak isterler? Neden hayatlarını “bir” hale getirip beraberce yaşamayı seçerler? Yalnız başına bir hayatı idame ettirmek, yalnızlığı sevenlerin de kabul edeceğini düşündüğüm üzere zordur. Bahsettiğim zorluk, her açıdan size destek olacak bir insanın varlığının eksikliğidir. Belirli bir yaştan sonra doğup büyüdüğümüz aileden ayrılıp kendi hayatlarımıza yöneliriz. Pek çoğumuz kendisine yeni çekirdek aileler kurar. Bilimsel açıdan bakacak olursak insanların varlığından beri bu durum bu şekilde süregelmiştir. Evrimleştiğimiz süreç boyunca değişmeyen unsurlar arasında üreme içgüdümüz vardır. Bu sebeptendir ki uygun zamana geldiğimizde içgüdüsel olarak kendimize eş ararız. Doğru eş, kısaca, her iki tarafın da bu ilişkiden memnun olduğunda partnerlerden her biri için kullanabileceğimiz bir niteliktir. Doğru eş seçiminde, ilk olarak partnerimizle aramızdaki uyum hakkında düşünmemiz gerekir. Genel bir başlık olan uyumu özel hayatımızdaki uyum, sosyal hayatımızdaki uyum ve cinsel hayatımızdaki uyum olarak üç ana başlık altında ele almak daha kolay olacaktır. Özel hayatta uyumdan başlayacak olursak, öncelikle “etrafında hiç kimse yokken sen kimsin?” sorusu üzerine düşünmenizi istiyorum. Kendi başınıza kaldığınız zamanları düşünün, mahremiyet alanı olarak nitelendirdiğimiz bu kendinize ait zamanlarda nasıl bir insansınız? O anları ve mahrem alanlarınızı partnerinizle paylaştığınızda herhangi bir sorunun çıkmaması, beraber yaşama uyum sağlamanız, aynı evde, aynı alanlarda yaşayıp beraber uyuyup beraber uyanabilmeniz partnerinizle aranızdaki özel hayat uyumunu gösterir. Sosyal hayattaki uyumunuz ise beraber sosyalleşebilme oranınıza bağlıdır. Sosyal hayatınızda yapmaktan keyif aldığınız şeyleri beraber yaptığınızda da karşılıklı keyif alıyorsanız, karşılıklı olarak iletişim problemi yaşamadan sohbet edebiliyorsanız, kendinizi anlattığınızda partnerinizin sizi anladığını hissediyorsanız ve aynı şekilde siz de onu anlayabiliyorsanız, tartışmalarınızda birbirinizin fikirlerine saygı duyabiliyorsanız, birbirinizin arkadaş çevresiyle de vakit geçirmekten haz alıyorsanız sosyal hayattaki uyumu yakalamışsınız demektir. Üçünü başlığımız olan cinsel uyum ise ten uyumu ve karşılıklı olarak cinsellikten beklediklerimizin partnerimizin istekleriyle örtüşmesidir. Ten uyumundan, partnerinize karşı duyduğunuz cinsel istek ve ona dokunduğunuzda dahi hissettiğiniz heyecan varlığında söz edebiliriz. Cinsel isteklerimizin karşılıklı uyumlanması konusunda ise kendimize şunu sormalıyız “bunu yaparken gerçekten haz alıyor muyum yoksa şu anda hormonlarımla hareket ettiğim için mi bundan zevk aldığımı düşünüyorum?” . Bu sorunun cevabı size partnerinizle aranızda gerçek bir cinsel uyum olup olmadığını kolayca gösterecektir. Doğru eş seçiminde uyumdan söz ettik ama maalesef bu uyumların var olması gerçekten doğru eşi bulduğumuzu söylemeye yetmez. Bütün bu uyum karşısında “aşk” tan söz edebiliyor musunuz? İşte her şeyin karmaşık bir hal aldığı yere geldik. Aşk dediğimiz şey, bütün bu uyumların sağlanmasının üzerine partnerinize karşı hissettiğiniz heyecan dolu duyguların eklenmesiyle olur. Bu uyumlar olmadan karşımızdaki insana karşı hissettiğimiz heyecan ve istek için aşktan söz edemeyiz. Genel olarak insanların algısı “onu çok istiyorum, onu görünce çok heyecanlanıyorum ama sebebini bilmiyorum, o zaman bu aşk” şeklinde olsa da yaşanılan duruma aşk dememiz için bu uyumların varlığından söz edip üzerine hissedilen bu heyecan ve istek yoğunluklu duyguların eklenmesi gerekir. Peki sevgiden ne zaman söz ederiz? Bütün bu bahsettiğimiz uyum süreci pozitif şekilde aktığında, partnerinizle devamlı bir ilişki içerisine girersiniz. Bu devamlılık, alışkanlığı getirir. Alışma sürecinin bitiminde partnerinize karşı herhangi bir sıkılma hissetmiyorsanız, uzun süreler boyunca beraber olmanıza rağmen uyumlanmanız hala ilk günkü gibi ise aranızdakinin sevgi olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunları yaşadığımızda partnerimizle ne kadar mutlu olduğumuzu düşünürüz. Uyum sağlanamadığı takdirde aşktan söz edilemeyeceğini ve uyumdan sıkılma sonucunda da sevgi durumundan bahsedemeyeceğimizi söyledik, peki arada uyum olmamasına rağmen devamlı bir ilişki içindeyseniz ve aynı zamanda da mutluysanız? Bu da elbette ki mümkün. Burada konuştuklarımız birer kural değil, bilime dayandırılarak iki insan arasındaki ilişkinin bazı süreçlerini yorumlamak ve adlandırmaktı. Size gösterdiğim yol, doğru eş seçimine giden yoldu. Söz konusu insani ilişkiler olduğu zaman, hiçbir zaman kesinlikten söz etmemeliyiz, her insan kendine özgü olduğu gibi her ilişkinin de kendine özgü olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Ediz Kentkuran